Selam.
Bu yazı, insanlara şunu diyerek başlamak istiyor: Bilgileri ilk çıktığı kaynağından öğrenmek en sağlıklı olandır. Kuran’ı kulaktan dolma bilgilerle tam anlamıyla öğrenemeyeceğiniz gibi, hakkında müspet veya menfi anlamda yazılar yazılan Hakikat Kitabı’nı, kitabın kendisini okumadan tam olarak anlayamayacaksınızdır.
“hepsi1arada1” isimli blog sitesinde Hakikat Kitabı hakkında eleştiri yazan kişiye sormak istediğimiz ilk soru; bu eleştiriyi yazarken takındığı tavrın ve bakış açısının aynısını, Kuran’ı okurken de takınıyor mu? Zira eleştiri boyunca sıkça takınılan tavır, yazarın bir cümlede neyi kastettiğini anlamaktan ziyade, yazarın kastetmediği şey üzerinden soru sormak oldu. Bu yazıyı okursa kendisinden ricamız, sorduğu sorulara verdiğimiz cevaplara ofansif bir tavırdan uzak muamele etmesidir.
Şimdi sırasıyla, önce sormuş olduğu soruları kendimizce toparladığımız bir cümleyle ifade edip ardından cevaplarımızı paylaşalım.
1.YAZARA GÖRE DÜNYA ÜZERİNDE BİLEBİLME VE DÜŞÜNEBİLME YETENEĞİNE SAHİP TEK CANLI “SADECE” İNSAN MIDIR ?
Arz üzerinde melekler, insanlar ve cinler bulunmaktadır. Yazar, “Dünya üzerinde bunu bilebilme ve üzerinde düşünebilme farkındalığına sahip tek canlı insandır” cümlesinde cinleri açık bir şekilde zikretmediği gibi melekleri de zikretmemiştir. Çünkü kitabı yazan kişinin bulunduğu varlık grubu “insanlar” olduğu için, onlara hitaben böyle bir cümle kurmuştur. Böyle ofansif bir tavrı “düşünebilme farkındalığına sahip canlı olan insanların” sergilemeyeceğini, cümlenin maksadını anlayacaklarını düşünmüştür.
“Yazar cinlerin de insan olduğunu düşünüyor mu?”
Hayır. Cinler,indiriliş sürecine kadar, İlahi Plan’ın görev kadrosunda, vahiy işleyişinin, haberleşme kadrosunda çalışan, semaya dokunabilen ve oradan bilgileri arz planına aktaran varlık grubudur. Fakat indirilme sürecinden sonra görevlerinden azledilmişlerdir.
Bu konunun bilgisi Cin 8-10 ve Şuara 212 ayetlerinde verilmiştir.
Hicr 27’de “Cânn’ın(cinler,İblis) semum’un ateşinden yaratıldığı” bildirilmiştir. İnsanlar ise, Hakikat Kitabı’nda ayetlerle birlikte anlatıldığı üzere “hameinmesnunsalsalin ve beşer” evrelerinden geçen varlık grubudur.
“Yoksa yazar cinlerin dünya üzerinde bulunmadığını mı düşünüyor?” sorusunu sormuşsunuz. Yazar, üst boyutlardaki görevlerinden azledilen cinlerin, cennetten dünya üzerine indirildiklerini, açık bir şekilde kitapta belirtmiştir. Yazınızda belirtmenize rağmen, bu soruları sorarak neyi ima ettiğinizi anlayamadık.
Cinler hakkında daha detaylı bilgiler için ikinci kitap olan Hakikat Planı’nı okumalısınız.
2.EVRENDEKİ EN HIZLI ŞEY DÜŞÜNCE HIZIDIR
“Biz bir şeyi dilediğimizde, onun hakkında söyleyeceğimiz söz, “ol” demekten ibarettir; o hemen oluverir.” Nahl 40. Ayet
Ayette “dilediğimizde” kelimesi vahiyde “biz” zamirinin karşılığıdır. Vahiyde “biz” olarak verilen varlık grubu Kitab’ın varisleridir. Bu varlıklar, vahiy içinde kendilerini “Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.(Enam 38) Ve muhakkak ki; biz, sadece biz hayat veririz. Ve biz öldürürüz. Ve varis olanlar da biziz. Andolsun ki; sizden evvelkileri biliyoruz. Ve andolsun ki; sonrakileri de biliyoruz. Ve muhakkak ki; senin Rabbin, O, onları huzurunda toplar. Muhakkak ki; O, Hâkim’dir, Âlim’dir.”(Hicr 23-25) cümleleriyle tanıtmışlardır.
“Bir şeyi dilediğimizde” bilgisindeki Kitab’ın varisleri, bir şeyi dilediklerinde “ol” derler ve hemen oluverir. Burada “dilemek” eylemine dikkat ederseniz, temelini “düşünmenin” oluşturduğunu görürsünüz. Bir şeyi düşünmeden o şeyi dilemek mümkün değildir. Dolayısıyla “Ol” komutunu oluşturan şey “düşüncedir”. Öyle bir düşünme hızı ki bu, ol diyor ve oluyor. Sizin paylaştığınız “nöral ileti hızı” somut bir değerdir ve ölçülebilirdir, düşünce hızı soyuttur ve onu ölçebilecek bir mekanizma arz üzerinde bulunmamaktadır.
İlk düşünce Rahman’ın düşüncesidir. Örneğin Rahman “Arzda Halife kılacağım” diyor, bu karar ancak bir düşüncenin sonucudur. Dolayısıyla evrendeki en hızlı şey düşüncedir. Rahman’ın dilediği şeye “Ol” deyip “hemen oluvereceği” kadar hızlı.
3. NUR ÜSTÜNE NUR NEDEN “C ÜZERİ C”DEĞİLDİR ?
Bu başlık altında Nur 35 ile ilgili yazmış olduklarınıza cevap vermeden önce bir hatırlatma yapmakta fayda var. Bu da Kuran’ın verdiği pek çok bilgiyi semboller üzerinden veriyor oluşudur. Ve bu semboller, müteşabih ayetler üzerinden verilmektedir. Nur 35 de bu ayetlerden birisidir. Bu ayetin tevili insanlara E=mc2 formülünü bildirmektedir. Merak edenler tevili buradan okuyabilirler.
Verilen tevili anlamanız için “semalar ve arz, nur, örnek, yıldız, mübarek ağaç, zeytinyağı, ateş, aydınlık, nur üzeri nur” kavramlarının birlikteliğini düşünmeniz gerekiyor. Sonra bu birlikteliğin hangi eşitliği verebileceğini düşünmeniz gerekiyor. Bu da bu kavramların “enerj, eşitlik, kütle, higgs bozonu, oksijen, ışık hızı” ile olan uyumudur.
Müteşabih ayetlerin tevillerinin kimler tarafından anlaşılabileceği Ali İmran 7’de “Kitap’ı sana indiren O’dur. Onun bir kısmı muhkem ayetlerdir, onlar Kitap’ın esasıdır ve diğerleri, müteşabih’tir. Fakat kalplerinde eğrilik bulunanlar, bu sebeple müteşabih olanlara tabi olurlar. Ondan fitne çıkarmak için, onun tevilini yapmak isterler. Ve onun tevilini Allah’tan başka kimse bilmez ve ilimde rusuh sahipleri ise: “Biz O’na iman ettik, hepsi Rabbimizin katındandır” derler, onlar da tezekkür edemezler, sadece Ulûl’elbab (tezekkür edebilir).” şeklinde verilmiştir. Dolayısıyla sembolik olarak verilen ayetleri ululelbab(öz bilginin sahipleri) tezekkür edebilir.Müteşabih ayetlerin tevillerini kimlerin yapabileceği konusu başka ve uzun bir konudur.
-“Işık bir enerji değil, enerji türüdür” demişsiniz.
Öncelikle taksonomi, sınıflandırma pratiği ve bilimidir. Örneğin biyolojik taksonomileri incelerseniz, “tür” bu sınıflandırmanın en dar ve en alt kavramıdır. (Âlem-Şube-Sınıf-Takım-Aile-Cins-Tür)
Örneğin, “Etçiller” bu sınıflandırmada takımdır, “ev kedisi” ise bu takımın türlerindendir.
Sonuç olarak ışık bir enerji türüdür. Enerjinin türü olabilmesi için, “enerji” özelliğini taşıması gerekmektedir. Bu kadar basit bir önermeyi bile ıskalamışsınız.
Nur 35 ile ilgili Hakikat Kitabı’nda yazılan tevilde toplam 5 aşama bulunmakta, bunlar:
1. E 2. = 3. m 4. x 5. c²
c² aşaması bu işlemin son aşamasıdır. O aşamaya gelene kadar oluşan 4 aşamanın birleşmesi yani E=mx ifadesi ayetin verdiği bilginin kütle-enerji formülü olduğunu anlamamızı sağlıyor. Bunun böyle olduğunu kabul etmeyenler, ayetin ne anlama geldiğini, neyi anlattığını anlatmalıdırlar. Zira yazılanlar temeli sağlam olmayan bir eleştiriden ibaret olur.
– “Nurun alâ nur” ifadesi “ c x c “ ifadesine karşılık gelmektedir.
Zira “alâ” harfi ceri bağlamına göre pek çok anlama gelmektedir.“üzerine, eklemek, yanyana dizmek, -e ilaveten”bu anlamlardan bazılarıdır. “Nur üzerine nur” dediğimiz zaman, “üzerine” ifadesi Matematik’te kullandığımız “üssü” anlamında değil “-e ilaveten, yanına koymak” anlamındadır. Yani yazıda ifade ettiğiniz, “ayette nurun hızı(c) üstüne nurun hızı(c) denmiş olsaydı bu c kare şeklinde değil c üzeri c şeklinde ifade edilmesi gerekirdi.” önermesi yanlıştır. Dolasıyla “Nurun ala(üzerine) nur” ifadesinin karşılığı olarak c ile c yan yana dizilerek çarpılmış, bu yüzden cxc=c2 elde edilmiştir. Yani “alâ” harfi ceri ile bir sayının üssü alınmamış, yanına dizilerek çarpılmıştır. Bunun neticesindeki ifade, kısaca üslü sayı olarak yazılmıştır. Çünkü “üssü” anlamına gelen terim Arapça’da “üssü=اسي” ile ifade edilmektedir.
– “Nur ışık demek ışık hızı(c) demek değil” demişsiniz.
Nur ışıktır. Bir enerjiye ve hıza sahiptir. Işığın hızı da bir enerjidir. Yani nur’dur. Ayetin son kısmındaki “nurun” neye karşılık geldiğini anlamak için“nur” ifadesini tek başına düşünmek değil, “Işık\nur üzerine ışık\nur”birlikteliğini düşünmemiz gerekmektedir. Çünkü denklemin başında “Nur’un örnekliği” yani “NUR(E)=” ifadesi verilmiştir. Eşitliğin sağ tarafı sol tarafına eşit olmalıdır. Bu yüzden ya iki tarafa da aynı ifade yazılır yani “E=E” gibi, ya da E’ye eşit olan E’den başka bir ifade yazılır. Denklemin sağ tarafındaki nur ile sol tarafındaki nur aynı semboller olarak alınamaz. Çünkü denklemin sağ tarafı için ayette bizden istenen nur ile nuru yan yana dizmemizdir. İki nur’un yan yana dizildiği matematiksel ifadede nur, ışık hızına karşılık gelmektedir. Netice olarak ışığın hızı da nur\ışık\enerjidir. Fakat bu nur sol tarafta “Allah’ın Nur’unun örnekliği” olan E iken, sağ tarafta nur’un hızı olan c2’dir. Sonuç olarak ışık hızı da bir nur’dur.
4. “YAZAR, MUHAMMED AS’IN YAPTIĞI BİLİNÇ YOLCULUĞU BİLGİSİNİ YAZARKEN HADİS KÜLLİYATLARINDAN ETKİLENDİ” İDDİASI(!)
Hakikat Kitabı’nda, İsra 1 ve 60.ayetlerdeki olay “Muhammed as’a İlahi irade tarafından sistemin işleyişinin gösterildiği “bilinç yolculuğu” olarak anlatılmaktadır. Kitapta da yazdığı gibi, “Bir nefsin bu aşamalara gelebilmesi çok uzun zaman dilimlerinde hem fiziksel hem de bilinçsel olarak uygun hale getirilerek olabilmektedir. Ancak ve ancak buna hazır ve nazır olanlar bu yolculukları yine Yüce ALLAH’ın sistemi koyduğu yasa çerçevesinde deneyimleyebilirler. Bu bedenen yapılan bir şey değildir. Bir bilinç halidir.”
Hakikat Planı 63-65 sayfa aralıklarında bu konu hakkında yazılmış bilgileri paylaşalım.
“Sekar, son dönemine girmiş insanoğlu için, ateş işleyişinin “İlmel Yakin” bilgisidir. Bu sebeple İlahi plan, Sekar için vahiyde “Muhakkak ki o, en büyüklerden biridir.”(Müddessir 35) detayını vererek, onun varlıklara bildirilmiş en büyük delillerden biri olduğunu açıklamıştır. Bu malumat, diğer ayet bilgileriyle birleşince anlamı çok net ortaya çıkmaktadır. Çünkü Sekar Sistemi, Muhammed (as), bilinçsel olarak yükseltildiği vakit kendisine gösterilmiş ve vahiyde “Biz sana; “Şüphesiz Rabbin insanları kuşatmıştır” demiştik. Ve sana açıkça gösterdiğimiz o görüntüyü ve Kur’an’da lânet edilen ağacı da yalnız insanlara bir imtihan için yapmışızdır. Ve biz onları korkutuyoruz, fakat korkutmamız onların azgınlıklarını daha da artırmaktan başka bir katkı yapmıyor.”(İsra 60) olarak karşılık bulmuştur.Onun yaşadığı bu tecrübe, ateş işleyişinin Aynel Yakin (ilimden öte, göz ile) olarak görülme hâlidir. Ayette Muhammed’e (as) gösterilen görüntü, “lanetlenmiş ağaç” olan zakkumdan (ilk bilinç katının en alt işleyişinin sembolü olan ağaçtan), Sidretü’l-Münteha’ya (son sınır ağacına) kadar, tüm varlıkların tabi olduğu 7 yolun (bilinç katının) karşılığıdır.
İlahi plan, Muhammed’in (as), bu sistemin işleyişini, sadece bir kez değil birçok kez gördüğü bilgisini, bir diğer ayette “And olsun onu, başka bir inişte daha gördü. Sidretü’l-Münteha’nın yanında. Cennetü’l-Me’vâ da onun yanındadır. O vakit kuşatıp sarıyordu Sidre’yi kuşatıp saran, göz ne kayıp şaştı ne azıp haddi aştı. And olsun, o, Rabbinin en büyük ayetlerinden olanı gördü.”(Necm 13-18) olarak vermiştir.
Münteha kelimesi, Arapça nhw kökünden gelmektedir. “Bir şeyin son noktası” anlamındadır. Sidre ise “ağaç” anlamına gelmektedir.
“O vakit kuşatıp sarıyordu Sidre’yi kuşatıp saran” olarak verilmiş bilgi, varlıklar için yaratılmış 7 sema ve 7 arz katlarının kuşatılmasıdır. Nitekim bir önceki ayette “Şüphesiz Rabbin insanları kuşatmıştır.”(İsra 60) olarak verilen bilgiyle, O’nun bu sistemi kuşattığı malumatı açıklanmıştır.
Muhammed’e (as) gösterilen şey, bir önceki ayette “En büyüklerden biri.”(Müddessir 35) olarak açıklanan ve diğer ayette “Rabbinin en büyük ayetlerinden olanı gördü.”(Necm 18) bilgisiyle tamamlanan, O’nun insan üzerine yarattığı yedi yol ve arz planındaki Sekar sisteminin işleyişidir.”
Sidretül münteha, Meva cenneti, lanetli ağaç, Allah Resulü’ne gösterilen görüntü, Zakkum ağacı gibi pek çok ifade vahiyde kullanılmıştır. Bu ifadelerin bir kısmının ya da tamamının hadis kaynaklarında geçmesinden veya bu kavramlar üzerinden anlatılan çeşitli olayların rivayet edilmiş olmasından dolayı, yazarın hadis kaynaklarındaki “Miraç” olayından etkilenerek bu bilgileri paylaştığı iddianız gerçeği yansıtmamaktadır. Zira Allah Resulü’ne Sekar sisteminin gösterilmiş olduğu, Sekar’ın, Sidretül Münteha’nın, Zakkum Ağacı’nın gerçekte ne demek olduğu gibi konular hadis kaynaklarında Hakikat Kitabı’ndaki ifadeler gibi anlatılmamaktadır. Ve hadis kaynaklarında bu konu Kuran’a ters pek çok inanç içeriyor, örneğin “Allah Resulü’nün Musa as. ve Allah arasında gidip gelerek namazın rekat sayıları hususunda pazarlık yapması gibi”. Oysa Hakikat Kitabı’nda anlatılanların hadis kitaplarındaki uydurmalarla hiçbir alakası yoktur. Eğer böyle bir iddianız varsa, hadis külliyatında tıpkı Hakikat Kitabı’nda anlatıldığı şekilde Sekar tanımı (Simülasyon sistemi, Beyin üzerinden ne şekilde uygulandığı, hak boyutta yer alan kabirler, bedenlenme yasaları vb.), Sidretül Münteha, Zakkum Ağacı örnekliklerini getirmeniz gerekir. Zira paylaşmış olduğunuz “Buhari, Bedül Halk” bahsinin, Hakikat Kitabı’ndaki bilgilerle bir alakası bulunmamaktadır.
-İSRA 1’DEKİ “KULUN”, MUHAMMED AS. OLDUĞUNU NEYE GÖRE SÖYLÜYORUZ?
“Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren O (Allah) yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir.”(İsra 1) ayetinde “kendisine ayetlerimizi göstermek için götürülen” kişinin hangi ayetleri gördüğü, İsra 60 ve Necm 13-18’de verilmiştir, yukarıda da paylaştığım gibi. Bu ayetlerdeki kişi de Muhammed as’dır. Zira İsra 1’deki “Mescid-i Haram” ve “ayet gösterilme” bilgisini birleştirdiğinizde, bunlarla vahiyde ilişkili olan kişi Muhammed as’dır. Musa as yaşadığı dönemde Mescid-i Haram’da ikamet etmediğine göre, İsra 1’deki bilgi onu kastetmemektedir.
-İSRA NE DEMEKTİR?
Yazarın, İsra 1’deki “esra” kelimesinin “yürütmek/götürmek” anlamında olmadığı gibi bir iddiası yoktur. Buradaki yolculuğun\yürüyüşün fiziksel\bedenen olan bir yolculuk olmadığını söylemektedir. Bu bir bilinç halidir. Bu bilinçsel yolculuğun karşılığı ise İsra 60’daki anlatımdır. (Yukarıda paylaştık).
5.YAZAR “AKIL KÖSTEKTİR” DİYOR MU?
Yazar kitaplarının hiçbir yerinde, “bilgiler akılla çelişse de kabul edilmesi gerektiğine gönderme” yapmamıştır. Aklı köstek olarak da nitelendirmemiştir. Kitap’ta “Akli köstekler sizi bir yere kadar götürür ve sınırlar.” İfadesi kullanılmıştır. Bu ifadeyi kullanmakla, “Akıl köstektir” ifadesini kullanmak arasında, düşünebilme farkındalığına sahip insanların anlayabileceği bir fark vardır. Akıl, Kuran’ı anlamada kullanılması gereken temel azalardandır. Aklını doğru kullanan bir kimse bilir ki, akıl bilgiyi anlamada ilk gereken azalardan olsa da, kişinin daha derin bilgilere ulaşmasında “tek başına” yeterli değildir. Kalp akılın üstünde yönetici aza olmalıdır. Bu “Onlar, arzda dolaşmadılar mı ki onların, onunla akıl ettikleri kalpleri ve onunla işittikleri kulakları olsun. Fakat baş gözleri kör olmaz. Lâkin sinelerdeki kalpler kör olur. (Hacc 46)” ayetinde verilmiştir. Nedeni ise kalp, Yüce Allah’ın insana ulaştığı odak noktasıdır. İlahi plan, bu bilgiyi “Kim Allah’a iman ederse, onun kalbine ulaşır. (Teğabun 11)” ve “Allah’ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve muhakkak sizin O’na haşrolunacağınızı bilin. (Enfal 24)” olarak verilmiştir. Bu bilgiler Hakikat Planı içinde detaylı şekilde açıklanmıştır.
Netice olarak akıl kişiyi bir yere kadar götürür ve yalnızca aklı kullanmak başka bilgilere ulaşmada, okuduklarını, gördüklerini anlama konusunda kişiyi sınırlar. İşte bu sınırlama akli kösteklerin neticesidir. Ne zamanki kişi kalbini bilir, bulur ve kullanmaya başlar, işte o zaman Allah’ın sesi daha net duyulur. Ve insan o ses ile doğru olan üzerine ilerlemeye başlar. Bu yüzden kalbin ile akıl et, kalbin ile gör ve duy demektedir vahiy.
Ayrıca “Akıl olmadan iman olmaz. Olursa adı gerçek iman değildir. Bu sebeple öncelikle akıl temeli üzerine kurulu yaşayış insan için temel gerekliliktir. Bundan uzak olunduğu vakit her dinde var olan ruhban sınıfı yaşamı yönlendirmeye başlar.”(HK:685) cümlelerini yazan bir yazarın aklı engel olarak görmesi mümkün müdür?
6.ARŞ KATININ 19.BOYUT OLDUĞUNUN DELİLİ NEDİR?
“Hayır… Hayır… “Ebrar”ın kaydı kesinlikle Illıyyîn’dedir. Illıyyîn’in ne olduğunu sana ne bildirdi? Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlandırılmış bir kitaptır!” Mutaffifin 18-21. Ayetler
“Hayır… Hayır… “Ebrar”ın kaydı kesinlikle Illıyyîn’dedir” Mutaffifin 18. Ayet
Orijinal metinde “ebrar” olarak kullanılmış olan kelime, iyiye güzele ait düşünce ve amellerdir. Bir diğer manada âlemdeki pozitif olan her şey bu kelimenin karşılığıdır. Yapılan ve yapılmış olan her pozitif düşünce ve eylemlerin (sevab, salih amel) kaydı Illıyyîn’dedir. Illıyyîn kelime kökü olarak “uluvv”dan gelmektedir. En yüksek/şerefli nokta anlamına gelmektedir. Bu kavram mekân olarak ifade edilen bir yer değildir. Çünkü noktayı şerefli kılan, boyutsal farklılığıdır. Farkındalık olarak üst boyutta bulunmasından dolayı, en şerefli nokta olarak bilgisi verilmiştir. Bilginin 18. Ayette verilmesinin nedeni Illıyyîn’in boyut bilgisinin “18” olmasından dolayıdır. 18. boyutta yer alan Illıyyîn, “nefslerin doğru yola ulaşmaları için arş katından(19.boyut) Yüce ALLAH’ın hidayet ve takvasını âleme yansıtmakla görevli sistemdir”.Bu görevi veren bilgiyi aşağıda paylaşacağız. Madde ve mana âlemi sınırı 18. boyuttur.
En yüksek nokta, arş katı olan Rahman katıdır. Bu, kat olarak “19.” kattır. Bütün iş ve oluşlar arş katı olan 19. boyuttan 18. boyuta yansır, buradan tüm âleme dağıtılır.
18.boyutun ne olduğu bilgisini veren bir başka ayeti paylaşalım.
“Muhakkak o değerli bir elçinin sözüdür. Arşın sahibi O yücenin indinde büyük şeref ve kuvvet sahibidir. Sözü dinlenir ve güvenilirdir.” Tekvir 19-21. Ayetler
Ayetlerde elçi olarak bilgisi verilen, 18 boyutta yer alan Illıyyîn’dir. Öncelikle bu boyutun, arş katındaki değerini ve önemi vurgulanmıştır. “Arşın sahibi O yücenin indinde büyük şeref ve kuvvet sahibidir” cümlesinin orijinal metininde kullanılan “inde” “indinde” kelimesi, huzurunda ve gözetiminde anlamındadır. Bu, çok önemli bir detaydır. Çünkü arş katı olan 19. boyutun “yanında” olarak ifade edilebilecek mekânsal durum yoktur. Bu yüzden, gözetiminde ve huzurunda kelimeleri doğru karşılıktır. Ve arş sahibi O yücenin gözetiminde yansıtılan iş ve oluşlardan ötürü, güç ve kuvvet sahibidir. Bundan dolayı söz/vahiy/kelam dinlenir. Çünkü arş katından görevlidir ve güvenilirdir. Aslında söz/vahiy/kelam Yüce ALLAH’ın sözüdür. Tüm tevhid bilincine erişmiş varlıklar bunu bilir. Mesajı kimin getirdiği önemli değildir. Önemli olan mesajın içeriğidir.
(19 sayısının bilgisi için Hakikat Kitabı 494-508 sayfa aralıklarını tekrar okuyabilirsiniz.)
Son olarak arş katının 19.boyut olduğuna işaret eden bir başka ayeti yazalım.
Onun üzerindedir on dokuz. Müddessir 30
Sekar Sistemi için “Onun üzerindedir 19” olarak verilmiş bilgi, Sekar sisteminin üstündeki Yüce ALLAH’ın “Birliğidir.” Bu birlik, İlahi sistem adına hizmet eden görevlileride barındırır.19 sayısı, Yüce ALLAH’ın âlem üzerindeki iradesini bildiren imzadır.
19 sayısı asal bir sayıdır. Asal sayılar kendilerine ve bir’den başka sayıya bölünemezler. On dokuz sayısını oluşturan sayıların mutlak değerlerinin toplamı bir’dir. (19=1+9=10=1+0=1)
Yüce ALLAH’ın isimlerinden “El-Vahid” esmasının ebced değeri de 19’dur. Yine aynı ismin manası “Bir”dir.
Vahid = Bir = 19 = 1
19 sayısı O’nun âleme mührüdür. Hakikat Kitabı’nda 543-691 sayfa aralıklarında 19 kodu ile arz üzerinde görev yapan meleklerin kimler olduğu verilmiştir. Arş katı 19.boyut olduğu için, arz üzerinde tevhid bilinciyle görev yapan melekler de 19 sayısını taşımaktadırlar.
7.KURAN’DA SİCCİN’İ TARIK’A BAĞLAYAN DELİL NEDİR?
Siccin bilgisi, vahiy içerisinde “Doğrusu, füccar’ın kayıtları Siccin’dedir. Siccin nedir, bilir misin? Rakamlandırılmış bir kitaptır o.”(Mutaffifin 7-9) detaylarıyla verilmiştir.
Siccin kelimesi, Arapça sicn kökünden gelmektedir. “Hapishane, en sağlam ve en iyi korunan hane” anlamındadır.
Ayetin orijinalinde verilen “füccâr” kelimesi, Kur’an dilinde, Rahman’ın insanı yarattığı fıtrat dışında ilerleyen varlıklar ve menfi kavramlar için kullanılır. Bu yüzden “dualite evreninde” negatif olarak adlandırabileceğimiz her kavram, söz ve davranış, bu kelime içerisinde değerlendirilir.
Siccin, varlıkların yaşamları boyunca füccâra (kötüye) ait ne varsa, onların “rakamlandırılmış” olarak kayıtlarının tutulduğu sistemdir. Ayetin orijinal metninde bildirilen “merkûmun” “rakamlandırılmış” kelimesi, bazı meallerde verilmemiştir. Ama bu detay, yine çok önemli bir bilgiyi içermektedir. Çünkü “rakamlandırılmış” tasviri, bir yazının ötesinde, varlığın kendisine uygulanan imtihan sonucunda, yine kendisine dönen bir not “frekans” olması sebebiyle verilmiştir.
Varlıkların imtihan programı içinde yaptığı veya yapamadığı her şey, frekanslarını yükseltir veya düşürür. Titreşim/frekans kavramları da belirli bir matematiğe dâhildir. Bu yüzden “rakamlandırılmış bir kitaptır (kayıttır)” malumatı bildirilmiştir.
Buraya kadar verilmiş bilgileri anladıysanız, şimdi Siccin ile Tarık’ın nasıl bağlantılı olduğuna bakalım.
İlahi plan, Siccin’in arzda mekânsal olarak neresi olduğu detayını “Semaya ve Tarık’a and olsun; Tarık’ın ne olduğunu bilir misin? Parlak yıldızdır. Bütün nefislerin üzerinde mutlaka hafız vardır.”(Tarık 1-4) ayetlerinde açıklamıştır.
Konunun iyi kavranabilmesi için, Yüce Allah’ın “El-Hâfız” esmasını iyi bilmek gerekmektedir. Bu esmanın sistemdeki görevi, her şeyi muhafaza edip koruma altına almaktır. Yalnız çok önemli bir detayla. Bu detay da kayıt altına alınan bütün işlerin, zıtlarıyla birlikte alınmasıdır. Bunlar, madde evrendeki, bütün zıtlıkları kapsamaktadır.Örnek verirsek, pozitif-negatif, iyi-kötü, sevap-günah, doğru-yanlış, görünen-gizlenen, güzel-çirkin vb. bütün zıtlıkları, incelikleriyle kayıt altına alan ve koruyandır. Nitekim Tarık yıldızının bilgisinin verildiği ayette “bütün nefslerin üzerinde mutlaka hafız (denetleyici/koruyucu) vardır” detayı, Tarık’ın bu sistemdeki görevini açıklamaktadır.
Siccin ve Tarık Yıldızı Bağlantısı
Tarık yıldızı, Venüs gezegenidir. Venüs bir gezegendir ama ayette yıldız olarak bildirilmiştir. Çünkü arz planı üzerinde görevli bir “yansıtıcı odak” olduğu için “yıldız” ayrıntısıyla verilmiştir.
Yansıtıcı odak: Berzah planından gelen, emir, iş ve oluşların, arzlara (dünyalara) iletilmesinde kullanılan, yıldızlar(güneşler), gezegenler ve ay’lardır.
Tarık, semaya baktığınız vakit Güneş ve Ay’dan sonra gelen en parlak gökcismi olan Venüs’tür. Ayrıca, varlığın arzda imtihanda olduğu sürece verdiği menfi tepkilerin, kayıt altına alındığı ve rakamlandırıldığı Siccin’in, dünya gezegenindeki yansıtıcı odağıdır.
Siccin, Vesvese Kodu Bağlantısı
Latincede Venüs gezegenin ismi “lucifer”dir. Lucifer, şeytanın diğer adlarından biridir. Olayın ironik gibi görünen tarafı, ışık getiren anlamına gelen Venüs’ün, aynı zamanda lucifer yani şeytan adıyla anılmasıdır.
Buraya kadar verilmiş olan bilgilerden anlaşılması gerektiği üzere “yansıtıcı odak” kavramı kilit kavramlardan birisidir. Venüs gezegeni, üst boyutlarda kayıt görevi yapan Siccin’in arz üzerindeki(madde evrendeki) yansıtıcı odağıdır. Bu demektir ki, “Siccin” ile “Venüs-Tarık” kavramları birbirinin aynı değil, bağlantılı kavramlardır.
Bu açıklamaları dikkate alarak, kitaptan alıntıladığınız şu kısmı tekrar okuyunuz. Zira cümlede Venüs’ün Siccin’in kendisi olduğunu değil, Siccin’den gelenleri yansıtmakla görevli olduğunu göreceksiniz. Bu görevli sistemlerin farkı Venüs’ün madde evrende, Siccin’in ise Hak boyutta yer alıyor olmasıdır.
“Tarık, gökyüzüne baktığımız vakit, Güneş ve Aydan sonra gelen en parlak gök cismi olan Venüstür. Ayrıca, negatif bilinç imtihanlarının yansıtıldığı, kayıt altına alındığı ve .” Hakikat Kitabı
Neden Venüs İlliyyun olmuyor diye sormuşsunuz?
Venüs, yukarıda da zikrettiğimiz gibi Tarık 1-4’te verilen “parlak yıldız” ile uyumludur. Ve Kuran, Tarık’ı tanımlarken “bütün nefislerin üzerinde hafız” olduğunu belirtiyor. “Bütün nefisler” ifadesine dikkat ediniz. Bütün nefislerin bilinç evrimine başladığı hal “esfele safilin”dir. Bu yüzden bu nefislerin kayıtları İlliyyun’da değil, Siccin’de tutulur. Varlık ne zamanki “gerçek mümin” derecesine ulaşır, o zaman kayıtları Siccin’den alınıp İlliyyun’a geçirilir. Çünkü İlliyyun, Ebrar’ın kaydının tutulduğu Kitap’tır.
Bunun yanında hatırlatmak istediğimiz bir diğer konu, Allah’ın “Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler.” Ayetidir. Bunu hatırlatmamızın sebebi, “Delil ne? Kuran dışı ve bilimsel olmayan kaynaklar mı?” ifadesini kullanmanızdan kaynaklanıyor. Allah’ın Kuran’ın yanında ve onu destekleyen, göklerde, yerde ve insanın kendisinde olan milyarlarca ayeti vardır. Dolayısıyla Venüs’ün fiziksel özelliklerini bilimsel olan kaynaklardan sunup, bu yıldızın Siccin’le bağlantılı olduğunun söylenmesi, vahye ters bir eylem değildir.
Şahsım adına Venüs’ün Güneş sistemindeki bütün gezegenlerin tersi istikametinde dönmesi, en yoğun atmosfere ve en sıcak yüzeye sahip olması, hangi kutbu temsil ettiğini gösteren büyük bir delildir. İnsan durup bir düşünüyor, acaba neden diğerlerinden bu kadar farklı diye. “Ters dönmek” ve Güneş’ten sonra “en sıcak“ olmak. Bunlar insanın aklına şeytanı getiriyor ve zaten “Lucifer\şeytan” anlamına geliyor Venüs. Bu kadar durumun üstüste gelmesi tesadüf mü sizce? Bu bile tek başına Venüs’ün füccar ile dolayısıyla Siccin’le ne kadar muazzam bir bağlantı içerisinde olduğuna delildir. Bunca açıklamadan sonra inanıp inanmamak size kalmıştır.
8.GÖK KATLARI VE ESFELE SAFİLİN
-Cennetler neden Mars gezegeninden başlamıyor? sorunuza gelelim.
Mars gezegeni daha önceki döngülerde bilinç evrimi geçiren varlıklar için kullanılmış bir varlık sahasıdır. Tıpkı Dünya gibi. Sonrasında oradaki yaşam sonlandırılmıştır. Bu yüzden cennet boyutu değildir.
Sonuç olarak bu bir bilgidir. Düşünür ve isterseniz bir şey alır ya da almazsınız. Eğer adil bir insansanız bu akıl yürütme tekniğini her konuda uygulamanız gerekir, yani amacınız öğrenmekse. Sormuş olduğunuz soruların benzerlerini biz de size soralım, örneğin Kuran ayetlerinde neden meleklerin ikişer, üçer, dörder kanatlı olduğunu söylüyor da buna beşten, altıdan başlamıyor? Ya da neden O gün için arşı sekiz taşır diyor, dokuz on taşır demiyor? Ya da neden melekler ve Ruh suresi 50.000 yıl olan bir günde yükseliyor da 60.000 yılda değil. Gibi. Eğer sorduğunuz soru tarzını Kuran’a da uyguluyor ve buna göre ayetlere inanıp inanmayacağınıza karar veriyorsanız, ancak o şekilde kendinizle çelişmemiş olursunuz.
– Şimdi ise “safilin” kelimesinin, nasıl “aşağı+aşağı” ifadesine karşılık geldiğini açıklayacağız.
Hakikat Kitabı’nda taslak olarak bilgisi verilen ve Hakikat Planı’nda detaylandırılan üç sema katının her birinin içerisinde pek çok basamak vardır.
1.sema katı yani 1.aşama 8 basamağa sahiptir.
2.sema katı yani 2.aşama 8 basamağa sahiptir.
3.sema katı, 3.aşamanın 1-6 basamakları ile bağlantılıdır. Bu bilgiler için Hakikat Planını okumanızı tavsiye ederiz.
Bu basamakların her birinin içerisinde çeşitli dereceler vardır. Cehennem ise 1.sema katının en alt işleyişidir. Yani esfelesafilindir. Âdemoğulları “ahseni takvim” olarak yaratılmıştır. Ve “esfelesafilin” olan “cehennem boyutuna” “ilk gök katının en alt işleyişine” indirilmişlerdir.
Şimdi gelelim,
“Aşağı + Aşağı = Aşağılar” ifadesinin detaylarına. Bu ifadede yer alan her bir “aşağı” ifadesi, bir gök katına karşılık gelmektedir. Gök katları ise yukarıda da belirttiğimiz gibi pek çok basamak içerir. Her alt basamak, üst basamağa göre aşağısıdır. Bu yüzden çok fazla “aşağı” vardır her bir gök katı içerisinde. Sonuç olarak değişmeyen şey Ademoğullarının cehenneme indirildiğidir. Kitaplarda verilen ise genel bir bilgidir. Önemli olan bu varlıkların nereye indirildiğidir. Yani “aşağılar” ifadesine hangi sayıyı verirseniz verin sonuç olarak Ademoğulları 3 gök katı indirilmiş ve “Rabbinin:”Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan tümüyle dolduracağım”sözü tamamlanıp gerçekleşmiştir. Hud 119
– “Safilin kelimesi spesifik\belirli iki kattan bahsediyor olsa “esfeles safilin” denilmesi beklenirdi” iddiasında bulunmuşsunuz.
“Esfelesafilin” Arapça’da “isim tamlamasına”(izafet terkibi) karşılık gelmektedir. İsim tamlaması iki unsurdan oluşur. Bunlar muzaaf-muzaafunileyhtir.
(Tamlanan)Muzaaf = Esfele
(Tamlayan)Muzaafunileyh = Safilin
Safilin kelimesinin elif-lam takısını alması onu belirli yapar. Fakat elif-lam almaması, kelimenin belirsiz olduğunu iddia etmek için tek başına yeterli değildir. Ayrıca kelimenin belirli-belirsiz oluşu, Ademoğulları’nın cehenneme indirildiğini, her gök katının içinde bir çok “aşağı” bulunduğunu, esfelesafilinin cehenneme karşılık geldiğini değiştirmez.
Eğer siz sırf elim-lam almadı diye, safilin kelimesi 2 gök katına karşılık gelemez derseniz, ben de derim ki Arapça’da alem isimler başına elif-lam almasalar dahi belirli olarak kabul edilirler. Safilin de alem\özel bir isimdir, çünkü belirli ve özel bir bilinç haline karşılık gelmektedir.
Böyle ispatlarla mı ispatlayacağız argümanlarımızı? Bir isim belirli olmuş, belirsiz olmuş, kişi verilen mesajı anlamadığı sürece ne önemi var?
9.BAŞLIK ALTINDAKİ SORULARA GEÇELİM.
8.1) “7 milyar insan hangi bin yıllık döngüde yaşadı?” sorusunun cevabını paylaşalım.
Bu sorunun cevabını anlayabilmeniz için bazı temel konular hakkında bilgi sahibi olmanız gereklidir. Bunun için Hakikat Planını okumanızı tavsiye ederim. Soru ile ilgili bize Emrah Bey tarafından çok daha önce verilmiş kısa bir bilgiyi paylaşıyorum sizinle;
Arz boyutlarında iki ana evrim planı uygulanmaktadır. Bunlar hücresel evrim planı (7 kat arz) ve bilinç evrim planıdır (7 kat sema). Bir varlığı tek atomdan alıp bilinç evrim planına ulaştıran programın adı “kaynak kodu programıdır.” Eğer varlık hücresel evrim planını tamamlar ve bilinç evrim basamağına ulaşırsa o varlığın Araf’ta bir bedeni yaratılır ve döngüye o beden ile kodlanır. Eğer varlık, işleyen bir döngü içinde bilinç evrim basamağına ulaşırsa, kendisi ile bedeni o süreçte eşleştirilmeden direkt bilinç evrim planına geçer. Bu uygulama ile onların deneyim sahibi kılınması sağlanır. Maalesef bu varlıklar ilk döngülerinde başarılı olamazlar. Din günü sonucunda ise onlar kendileri için yaratılmış beden ile eşleştirilir ve değerlendirilmeye tabi tutulmadan tekrar yeni bir döngüye o beden ile kodlanır.
Vahiyde bilinç evrimine tabi olan her varlığın takdim ettiklerinin ne şekilde değerlendirileceği yasası Enbiya Suresi 47. Ayette “Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı tartılar koyarız da artık, hiç bir nefis hiç bir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (tartıya) getiririz. Hesap görücüler olarak biz yeteriz.” detayıyla tafsil edilmiştir. Araf Suresi 8. Ayette de “O gün tartı haktır. Kimin tartıları ağır basarsa, işte kurtulanlar onlardır.” bilgisi verilerek, tartının hak olduğu açıklanmıştır. Fakat Kehf Suresi 103-105. ayetlerde ise “De ki: “Size, yaptıklarından dolayı en çok kayba uğrayanları haber verelim mi?” “Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar.” İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenlerdir. Artık onların yapıp ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız.” bilgisi verilerek, tartının bazı varlık grupları için tutulmayacağı malumatı tafsil edilmiştir.
İşte burada tanımlanan varlıklar, herhangi bir döngüye başından itibaren kodlanmayan hücresel evrimden bilinç evrimine geçtikten sonra direkt bir döngüye Araf boyutunda beden ile eşleştirilmeden kodlanan varlıklardır. Bu kategoride yer alan varlıklar, örneğin döngünün ortalarında veya sonlarında ilk bilinç halinin en alt işleyişi olan cehennem şuurundan bilinç evrimine başlarlar. Çünkü yolun başındadırlar ve hak boyutta bedenleri olmadığı için yaşadıkları uygulama, deneme sürümü olması sebebiyle değerlendirmeye tabi olmazlar.
Daha öznel bir örnek verecek olursak varlık, hücresel evrim planın 7. basamağını, bilinç evrim döngüsünün 45000. yılında bitirdi. Geri kalan 5000 yılda deneme sürümüne tabi olarak varlık, bilinç evrim planına alınır. Fakat bu süreçte hak boyutta bedene sahip olmaz. 5000 yıllık süreçte başarılı olamayacağı için ve varlığın bilinç evrim frekansı en alt katmanda olduğu için arzda kötülükle yol alarak hayvandan daha şaşkın bir halde ilerler. Bu sebeple din gününde o varlık, beden ile eşleştirildikten sonra, kendisine tartı tutulmadan ilk tam 50.000 yıllık döngüsüne başlar. Bu sebeple İlahi plan vahiy içerisinde “Yemin olsun ki biz, insanlardan ve cinlerden birçoğunu cehennem için yarattık. Kalpleri var bunların, onlarla anlamazlar; gözleri var bunların, onlarla görmezler; kulakları var bunların, onlarla işitmezler. Davarlar gibidir bunlar. Belki daha da şaşkın. Gafillerin ta kendileridir bunlar.” ayetini vererek, bu varlıkların malumatını detaylandırmıştır. Arzlarda ve doğal olarak yaşadığımız dünyada nüfusun artmasının sebebi de budur.
8.2: “YEVMEİZİN” KELİMESİNE İZİN GÜNÜ OLARAK ÇEVİRMEK “ANLAM” ÇARPITMAK MIDIR?
Bu maddedeki sorunun cevabını bir örnek üzerinden açıklayalım.
Arapça’da kelimelerin orijinal halleri genelde tenvinsiz olarak telaffuz edilir. Örneğin, Arapça “yevm(gün)” kelimesini ele alalım. Bu kelime cümlede bulunduğu hale göre tenvinalabilir, bazen almayabilir de. Kuran’da ikisinin de örneği vardır. Tenvin aldığında “yevmen,yevmün,yevmin” olarak okunur. Tenvinsiz olarakise “yevm” şeklinde okunur. Hangi durumda gelirse gelsin bu kelimenin pür hali “yevm” olarak telaffuz edilir. Yani sonundaki tenvin okunmaz.
Fakat yevmeizin “يَوْمَئِذٍ” kelimesinin sonunda bulunan iki esre(tenvin) okunmadığı sürece tek başına bulunduğu anlamı veremez, yani kelime “yevmeiz” olarak okunduğunda “o gün, izin günü” anlamlarına gelmez. Bu kelimenin tenvinsiz okunamamasının sebebi, oradaki tenvinin aslında düşmüş olan 2 kelimeye karşılık gelmesinden kaynaklanır, bu başka konudur.
Kelimenin sonunun, Arapça’da “izin” “إذن” kelimesi ile aynı telaffuzda olma zorunluluğunun bir hikmeti vardır. Sonunda açık bir şekilde yazılmış “nun” harfi olmasa bile, “yevmeizin” kelimesinin sonu “nun” ile telaffuz edilir. Kişi bunu ister “izin günü” olarak çevirsin, ister bu çeviriyi kabul etmeyip “o gün” olarak çevirsin. İki şekilde de herhangi bir anlam çarpıtması söz konusu değildir. Zira bu kelimeyi “o gün” olarak çevirseniz bile, ahiret gününün “izin günü” olduğu gerçeği değişmeyecektir. Kişi görmek istiyorsa “yevmeizin” kelimesinden de o günün “izin günü” olduğunu görür, eğer çeviriyi “izin günü” şeklinde kabul etmiyorsa, bu bilgiye başka ayetlerden de ulaşıldığını söylememiz gerekir. Neden izin günü denildiği Hakikat Kitabı “Fiziksel Kıyamet,Yeryüzü Değişimleri” kısmında uzun uzun yazıldığı için burada uzun uzun açıklamayağız.
Kısaca o gün (din günü), bilinç evrim planı içinde yer alan bedenlenme uygulamaları, imtihan uygulamaları tatbik edilmeyecektir. Çünkü yaşanılan kıyamet, varlık sahasındaki bilinç evriminin o döngü için bittiği ve nefslerin gidecekleri boyutlara göre ayırımlarının yapıldığı gündür. Bu yüzden din günü aynı zamanda “izin günü”dür.
8.3: BEAS, “TEKRAR” DİRİLTİLMEK Mİ, DİRİLTİLMEK Mİ?
Sözlüğe baktık, “Beas” kelimesinin “yeniden ortaya çıkarmak, ölümden sonra diriltmek” anlamlarına geldiğini gördük. Ölmek için yaşamış olmak gerektiğini ve buna hangi ayetlerin delil getirildiğini Hakikat Kitabı’nda okumuşsunuzdur. Dilerseniz kelimenin “yeniden canlandırmak” anlamına “Mektep Yayınları, Kadir Güneş, Arapça-Türkçe Sözlük” kitabından bakabilirsiniz. Bir şeyi çok kişinin söylüyor olması bizler için önemli değil fakat “kahir ekseriyete” önem verdiğiniz için onlarca meali karşılaştırdık, neredeyse yarısının bu kelimeyi “yeniden diriltmek” olarak çevirdiğini gördük.
Ayrıca bir şeyin 1’den fazla yapılması, o şeyin “yeniden yeniden” yapıldığı anlamına gelir. Kuran’da insanların dirilişi tek diriliş olarak anlatılmadığı için kelimenin başına “yeniden” ifadesinin yazılmasında hiçbir sözlük ve mantık hatası yoktur.
10.CELALEDDİN RUMİ’NİN TAKDİM BİLGİSİ VE MELEK OLUŞU
Hakikat Kitabı’nda onlarca melek bilgisi isim olarak, doğum-ölüm tarihleri üzerinden verilmiştir. Ve bu meleklerin arza ve insanlara katkısı açıklanmıştır. Paylaşılan vazifeliler, kendilerine verilen görevleri yerine getirmişlerdir. Önemli olan İlahi planın o kul üzerinden vermek istediği risaleti anlamaktır. Eğer sizler ezeli hikmetin binlerce yıldır arzda yapmaya çalıştığı şeyi idrak etmeye başladıysanız, görevlerin özünde yatan mesajları da çok net görmeye başlarsınız.
Bazı görevliler görevleri sırasında kendilerine verilen ilmin dışında fikir ve amel işlemişlerdir. Bunun sebebi, beden hevasının her varlık için mücadele etmesi gereken bir hal olmasıdır. Bu sebepledir ki kitabın varisçileri olan bazı İlahi plan görevlilerinin de, görevler dışındaki konularda fikir ve zikirde bulunmaları sırasında nefsanî (beden, toprak) etkilere maruz kalmışlardır.
Şu iyi bilinmelidir ki eksiksiz olan sadece O’dur. O’nun dışında olan her yaratılmış şeyde, hata ve kusur olabilir. Nitekim bu durum, vahiy içinde “Kitap’ın varisleri” konusu için yani Celaleddin Rumi ve onun gibi binlerce melek için, “Sonra kullarımızdan seçtiklerimizi Kitap’a varis kıldık. Böylece onlardan bir kısmı nefsine zulmedicidir, onlardan bir kısmı muktesittir. Onlardan bir kısmı da Allah’ın izniyle hayırlarda yarışanlardır. İşte o ki o, büyük fazldır. Adn cennetleri “onlarındır”. Oraya girerler; orada altın bilezikler ve inciler takınırlar. Orada giysileri de ipektir.”(Fatır 32-33) detaylarıyla verilerek, vazifelilerin kendilerine verilen risalet dışındaki düşünce ve davranışlarının “3” sınıfa ayrıldığı açıklanmıştır.
Kitap’ın Varisleri, İlahi hiyerarşi içinde, görev planında yer alan, her tür varlık grubudur. Kitapta bilgisi verilmiş görevliler, kapalı şuur ile arza gönderilmiş vazifelilerdir. Fatır 32-33 ise Sekar sistemi içinde yer alan tüm görevlilerin takdim bilgisini vermektedir. Bu yüzden sadece, arz üzerinde görev yapan vazifelilerin bilgisi değildir. Bu sınıflandırmada ortak olan tek şey, kendilerine verilen vazifenin yerine getirilmesi ve her ne takdim ederlerse etsinler dönüş yerlerinin Adn cennetleri olmasıdır.
Kitap’ın Varisleri Takdim Bilgisi
1. Nefsine Zulmediciler
2. Muktesitler
3. Hayırda yarışanlar
Nefsine Zulmediciler
İlahi plan, bir varlığın nefsine zulmetme tasvirini “Ayetlerimizi yalanlayan kavmin hâli ne kötü. Ve “onlar” nefslerine zulmetmiş oldular.”(Araf 177) ayetinde açıklamıştır.
Nefsine zulmedici olarak bilgisi verilen “Kitap’ın varisleri”, verilen risalet dışındaki fikir ve davranışlarının, İlahi hikmet temasına ters olmasıdır.
Bu sınıfa ait olan vazifelilerin detay bilgisi, vahiyde “Kendilerine ilim geldikten sonra aralarında azanlardan başkası fırkalara ayrılmadı. Eğer Rabbinden belirlenmiş bir zamana kadar “bekletme” sözü geçmemiş olsaydı, mutlaka onların arasında “hemen” hüküm verilirdi. Muhakkak ki onlardan sonra Kitap’a varis kılınanlar, gerçekten O’ndan şek ve şüphe içindedirler.”(Şura 14) olarak tafsil edilerek, Kitap’ın varisleri içinden bir bölümünün, İlahi plan tarafından indirilmiş vahiy bilgisine, vazifelendirildikleri süreçte, şüphe ile baktıkları açıklanmıştır.
Şüphe içinde olanlar, üç ayrı sınıf olarak bilgisi verilen “Kitap’ın varisleri” bilgisinde, “nefslerine zulmedenler” detayı ile sınıflandırılmış varlık bilgisidir.
Muktesitler
Verilen risalet dışında fikir ve davranışlarıyla “orta yolu izleyen Kitap’ın varisleridir.” Bir diğer anlamda, hayırlarda yarışanlar ile nefsine zulmedenler arasındaki, takdim bilgisidir.Kapalı şuur ile arz planına gönderilen vazifelilerin çoğunluğu “nefsine zulmedenler” ve “muktesitler” olarak bilgisi verilen iki sınıf içerisinde yer almaktadır.
Hayırlarda Yarışanlar
Bu görevliler, kendilerine verilmiş vazifeleri en iyi şekilde uygulayan ve onun dışında kalan takdimlerini de İlahi hikmete göre yaşayan varlık grubudur. Onlar, vazifelerde hataya mahal verilmeyen “imtihan sistemi planlama, uygulama vazifelileri, takdim edilenleri kayıt altına alan vazifeliler, hayat verme ve alma vazifelileri, vahiy mekanizması vazifelileri, tasarım ve programlama vazifelileri, görevlilere gözcü olan vazifeliler vb.” daha birçok, farklı görev planına bağlı olarak çalışanlardır. Onlar “hayırlarda yarışanlar” olarak bilgisi verilen ve perdenin arkasından görevlerini yerine getiren “Kitap’ın varisleridir.”
Hakikat Kitabı’nda bilgisi verilmiş vazifelilerin yaptıkları ve risaletleri (mesajları) ortadadır. Toplumları olması gerektiği yöne doğru çeviren, yeri geldiğinde bir basamak, yeri geldiğinde eşiği atlatan İlahi sistem mesajları, döngü bitene kadar, insan toplumunun eksik kaldığı yerde devreye girecektir. Kitabın varisçilerinin durumu ne olursa olsun mekânları bir diğer anlamda gönderildikleri boyutlar Adn cennetleridir. Adn cennetleri, dört ayrı cennet olarak verilmiş boyutların genel adıdır. Bu, ayette açık olarak bildirilmiştir.
11. 19 SAYISI FETİŞ HALİNE Mİ GETİRİLMİŞTİR ?
Öncelikle fetiş kelimesinin anlamlarına bakalım.
(Tdk) Fetiş : Put, uğurlu sayılan şey, tapınırcasına sevilen şey veya kimse.
Bu anlamlardan hangisini kastetmiş olursanız olun, bu iddianızı hakedecek hiçbir anlatım Hakikat Kitabı içerisinde yoktur. 19 bir ayettir, bunu fetiş haline getirmek nasıl oluyor? Allah’ın ayetleri açıklandığı zaman, bu fetiş haline getirmek mi oluyor? 19’un bir imtihan olduğunu Müddessir 31’de vahiy söylüyor. Okursunuz, alacağınız varsa alırsınız. Eğer kabul etmiyorsanız, 19’un, Kitab’ın varislerinin, Fatır 32-35’in ve yukarda paylaştığımız onlarca ayetin açıklamasını yapmanız gerekir. Diğer türlüsü nefsinizin aceleciliğine uyup, insanları inanmadıkları şekilde itham eden bir iftiradan öteye geçmez. Derdiniz gerçekten hakikat bilgisi ise iddialar arasında somut bir bağ kurun ve açıklayın, biz de okuyalım. Mesela Fatır 1’de neden “kanat” denilmiş, neden “2,3,4” sayıları kullanılmıştır?
Şimdi biz bu konuda vahyin verdiği bilgiyi sizinle paylaşalım.
19 Kod sistemi, gönderilen görevlilerin doğum ve ölüm tarihleri üzerinden hesaplanmaktadır. Bu sistemin doğum ve ölüm tarihleri üzerinden hesaplanmasının nedeni, arza gelen her varlığın, doğacağı ve öleceği zamanın, İlahi plan tarafından, daha önceden belirlenmiş olması sebebiyledir.
Bu işleyişin bağlı olduğu yasa, vahiyde “Allah sizi topraktan yarattı. Sonra bir nutfeden. Sonra sizi çiftler kıldı. O’nun ilmi olmaksızın bir kadın hamile kalamaz ve doğum yapamaz. Ömür verilen bir kimsenin ömrü kitapta olanın dışında uzatılmaz veya onun ömründen eksiltilmez. Muhakkak ki bu, Allah için çok kolaydır.”(Fatır 11) olarak tafsil edilerek, doğum ve ölüm tarihlerinin, İlahi sistem tarafından kontrolü bildirilmiştir. Nitekimmelekler üzerinden planlanan “her şey belirlenmiş bir kadere (plana) göre indirilir”(Hicr 21) uygulaması, bu yasaya bağlı olarak çalışmaktadır.
İkişer, üçer ve dörder kanatlı olarak bilgisi verilen melek resullerin gönderilme amacı, O’nun rahmetinden insanlar için açılanların ve O’nun rahmeti içinde yer alan, ama tutulması istenilen şeylerin, takdiri konusunda vazifelendirilmeleridir(Fatır 1-2).Bu rahmet, kişinin takdim ettiklerine göre nasıl uygulanıyorsa, toplum ve medeniyet için de aynı yasalara göre şekillenmektedir.
Şimdi gelelim kanat sayılarının neden 2,3,4 kanat şeklinde verildiği konusuna.
Görevlilerin Sayısı, 19 Kodlaması
1. İkişer kanatlı melekler
2. Üçer kanatlı melekler
3. Dörder kanatlı melekler
İkişer Kanatlı Melekler : Bu grup görevlilerin 19 kodlaması, onların doğum veya ölüm tarihlerindeki yılın 19’un katı olmasıyla hesaplanmaktadır. Bu sınıflandırmaya sahip gönderilmişler üzerinden verilen risaletin(mesajın) genel anlamı, arz planında idrak edilmesi gereken bütünsel bir işleyişin, parça bilgisi üzerinden verilmesidir.
Buna bir örnek verecek olursak, Anadolulu bir filozof ve matematikçi olan Pisagor, Sekar sistemine gönderilmiş ve sembolik olarak iki kanatlı olarak bilgisi verilmiş melektir.
İki Kanatlı Melek, 19 Kod Hesaplaması
Onların sayısı olan 19 kod sisteminin hesaplanması şu şekildedir: Pisagor M.Ö. 570 yılında doğmuştur.570 sayısı 19’un 30 katıdır. Doğum veya ölüm tarihinin 19’a bölünmesi sonucunda çıkan sayı, o görevli meleğin arz planındaki görev kodudur.
Ayette, iki kanatlı melek olarak verilen bilgi içindeki “2”sayısı, melek bilgisinin sayısına ulaşmak için kullanılan işlem işaretleri ile ilgili bir detaydır. Bu detay şu şekilde hesaplanmaktadır. 570 / 19 = 30. Bu işlemde sayı dışında kullanılan farklı işlem işaretleri (/) ve (=) olmak üzere 2 tanedir.
Üçer Kanatlı Melekler:Bu grup görevlilerin 19 kodlaması, onların doğum ve ölüm tarihlerinin toplamının, 19’un katı olmasıyla hesaplanmaktadır. Bu sınıflandırmaya sahip gönderilmişler üzerinden verilen risaletin (mesajın) genel anlamı, arz planında idrak edilmesi gereken bütünsel bir işleyişin bağlantılı olduğu bir diğer işleyişin, geçiş bilgisidir. Aynı zamanda bu görevliler, bir milletin kurulmasıyla ilgili vazifelendirildikleri gibi ilim hususunda yeni bir bilim kolunun kurulmasında rol almışlardır.
Buna bir örnek verecek olursak, Müslüman Matematikçi ve Astronom Ebu’l Vefa el-Buzcani, Sekar sistemine gönderilmiş ve sembolik olarak üç kanatlı olarak bilgisi verilmiş melektir.
Üç Kanatlı Melek, 19 Kod Hesaplaması
Onların sayısı olan 19 kod sisteminin hesaplanması şu şekildedir: Buzcani, 940 yılında doğmuş, 998 yılında vefat etmiştir.Doğum ve ölüm tarihlerinin toplamı, 940 + 998 = 1938’dir. Ve bu sayı 19’un 102 katıdır. Doğum ve ölüm tarihlerinin toplamının 19’a bölünmesi sonucunda çıkan sayı, o görevli meleğin arz planındaki görev kodudur.
Ayette verilmiş olan üç kanat olarak verilen bilgi içindeki “3”sayısı, melek bilgisinin sayısına ulaşmak için kullanılan işlem işaretleri ile ilgili bir detaydır. Bu detay şu şekilde hesaplanmaktadır. 940 + 998 = 1938 / 19 = 102. Bu işlemde sayı dışında kullanılan farklı işlem işaretleri (+), (/) ve (=) olmak üzere 3 tanedir.
Dörder Kanatlı Melekler :Bu grup görevlilerin 19 kodlaması, onların hem doğum hem de ölüm tarihlerinin 19’un katı olmasıyla hesaplanmaktadır. Bu sınıflandırmaya sahip gönderilmişler üzerinden verilen risaletin(mesajın) genel anlamı, arz planında yapılmış en direkt müdahaleyi göstermektedir.
Buna bir örnek verecek olursak, Türk siyasetçi, Asker ve Devlet Adamı olan Mustafa Kemal Atatürk, Sekar sistemine gönderilmiş ve sembolik olarak, dört kanatlı olarak bilgisi verilmiş melektir.
Dört Kanatlı Melek, 19 Kod Hesaplaması
Onların sayısı olan 19 kod sisteminin hesaplanması şu şekildedir: Mustafa Kemal, 1881 yılında doğmuş 1938 yılında vefat etmiştir.
1881 sayısı 19’un 99 katıdır. 1938 sayısı 19’un 102 katıdır. Hem doğum hem ölüm tarihlerinin toplanması sonucunda çıkan 3819 sayısı 19’un 201 katıdır. Aynı zamanda doğum ve ölüm tarihlerinin birbirleri ile çarpılması sonucu çıkan 3.645.378 sayısı 19’un 191.862 katıdır. Bu sayılar, görevli meleğin arz planında yaptığı görev kodlarıdır. Görev kodlarının fazla oluşu, İlahi planın görevli üzerinden arza yaptığı direk müdahalelerin gösterilme detayıdır.
Ayette, dört kanat olarak verilen malumat içindeki “4”sayısı, melek bilgisinin sayısına ulaşmak için kullanılan, işlem işaretleri ile ilgili bir detaydır. Bu detay şu şekilde hesaplanmaktadır.
1881 / 19 = 99
1938 / 19 = 102
1881 + 1938 = 3819 / 19 = 201
1881 x 1938 = 3.645.378 / 19 = 191.862
Bu işlemde, sayı dışında kullanılan farklı işlem işaretleri (/), (=), (+) ve (x) olmak üzere 4 tanedir.
İşlemlerde, çıkarma işleminin uygulanmamasının nedeni, çıkan sonucun, (-) negatif bir değere sahip olması sebebiyledir. Resuller, âlem içinde müspet enerji olan Hakkın kelimeleri olduğu için hem görev kodları hem de kutupları, negatif değer üzerinden verilmez.
-Kitaptaki bilgiler seçmece midir ?
Hakikat Kitabı’nda Kitab’ın varisleri olarak paylaşılmış onlarca görevli var. Bu görevlilerin her birisinin 19 ile ilişkisi olmalı tesadüf mü? Ve nasıl oluyor da, bu onlarca isim dünya üzerinde en çok ses getiren varlıklardan olabiliyor ve hepsi de 19’la bir uyum içerisinde olabiliyor. Eğer kitabın içerisindeki varisler seçmece ve keyfi ise, sizin de kendi keyfinize göre bu şekilde bilgiler yazabilmeniz gerekir. Bunun mümkün olduğunu düşünüyorsanız yazmanızı bekliyoruz.
– Kitabın varisleri içerisinde neden Einstein yok ?
Burada getirmeye çalıştığınız eleştiri konusundaki cevabımız Hakikat Planı’nda paylaşılmıştır. Hakikat Planı’nın İkinci Bölümü olan “Arındırılma Planı”nda, İlahi planın “Ana Kitap’a” bağlı olarak yürütülen, 4’ü arzda 2’si Araf sürecinde olmak üzere toplam 6 aşama üzerinden uygulanan teslimiyet (arındırılma) programının, bugüne kadar bilgisi verilmemiş müfredat malumatları anlatılmaktadır.
Arındırılma planı içerisinde çeşitli aşama ve basamaklar bulunmaktadır. Örneğin 3.aşama mümin aşamasıdır. Ve bu aşama 8 basamağa sahiptir. Einstein, bu aşamanın 4.basamağı olan “Seyahat Eden Mümin” bilincindedir. Yani kendisi bir mümindi.
O’nun yaratış ölçüsü, her varlığın şahit olamayacağı, sadece müminlerin de bir kısmının idrak edebileceği bir nişanedir. Bu malumat, vahiyde “Allah semaları ve arzı hak olarak yarattı. Şüphesiz, bunda müminler için bir ayet vardır (Halakallâhussemâvâtivel arda bil hakkı, inne fî zâlike le âyetenlilmu’minîn (mu’minîne).”(Ankebut 44) olarak bilgisi verilen ve bir diğer ayette “Dağları görürsün de donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Her şeyi ‘sapasağlam ve yerli yerinde yapan’ Allah’ın sanatıdır. Şüphesiz O, işlediklerinizden haberdardır.”(Neml 88) detayıyla açıklanan, “Allah’ın yaratma biçimi olan sanatının” işaretidir (ayetidir).
Bu sanatın nişanesi olan ayetleri ancak, vahiyde “O ki, ayetlerini size gösterir ve sizin için semadan rızık indirir. Bunu münibolandan başkası tezekkür etmez.“(Mümin 13) olarak bilgisi verilen, münib derecesine ulaşan kullar tezekkür edebilmektedir.
Münib kelimesi, Arapçada nâbe kökünden gelmektedir. “Yönelen, sık sık gidip gelen, vekâlet eden” anlamındadır.Münib olan kullar, fiziksel ve zihinsel olarak O’na yönelen, zihinsel olarak ise ayrıca bu malumatlara tanık kılınmaları için, kendilerine öngörü verilenlerdir.
Böyle olan kullar, vahiyde “Öyleyse üzerlerindeki semayı nasıl bina ettiğimize ve onu nasıl süslediğimize bakmıyorlar mı? Ve onun hiçbir çatlağı yoktur. Ve arz; onu döşedik, yaydık ve oraya sağlam dağlar attık. Ve orada her çeşit bitkiden güzel çiftler yetiştirdik. Münib olan bütün kullarına basiret olsun ve zikretsinler diye. Onlar, semadan ve arzdan önlerinde ve arkalarında olanı görmüyorlar mı? Eğer biz dilersek, onları yerin dibine geçirir ya da semadan üzerlerine parçalar düşürürüz. Hiç şüphesiz, münib olan her kul için bir ayet vardır.”(Kaf 6-8, Sebe 9) detaylarıyla bilgisi verilen, münib derecesine ulaşarak, bu ayetlere şahit kılınırlar.
Arz medeniyetinin bilimsel ve zihinsel gelişimine etki eden bu ayetlerin algılanması, binlerce yıldır hem İlahi plan görevlileri hem de bu basamaklara ulaşarak, O’nun sanatı olan nişanelere tanıklık eden birçok bilim, ilim ve düşünce insanı üzerinden sağlanmıştır.
İlahi plan, Kur’an içerisinde de bu ve çok daha fazla bilgiyi vererek, bilgi çağında doğması ve Kur’an ile tanışması planlanan varlıklar için arındırılma aşamalarında bir kulun ihtiyacı olan tüm bilgileri, vahiyde zikir olarak kolaylaştırmıştır. Ancak Kur’an “zikir için kolaylaştırılmasına rağmen onu tezekkür edebilecek”(Kamer 22) kul sayısı, yok denecek kadar azdır.
Yüce Allah, hiçbir kavrama sığmayan, bilinemez “Mutlak Gerçektir” ve de âleme esmalarıyla tecelli eder. Bu esmaların bağlı olduğu çeşitli zikir ayetleri, madde evrenin temelini oluşturan bilgiler vermektedir.
Albert Einstein’ın 1905 yılında ortaya attığı E=mc2formülünü görebilmesi, onun yaratılmış olduğu evreni bilme isteğinin yanı sıra, kendisinin daha önce geçmiş olduğu arındırılma aşamaları sonucunda ona verilen idrak seviyesinin, bunları anlamlandıracak kapasitede olması sebebiyledir.
Bu kapasitenin ona verilmesinin sebebiyse, vahiyde “Öyleyse üzerlerindeki semayı nasıl bina ettiğimize ve onu nasıl süslediğimize bakmıyorlar mı? Ve onun hiçbir çatlağı yoktur. Ve arz; onu döşedik, yaydık ve oraya sağlam dağlar attık. Ve orada her çeşit bitkiden güzel çiftler yetiştirdik. Münib olan bütün kullarına basiret olsun ve zikretsinler diye.”1434 detayıyla açıklanan, onun münib olan kullardan olması nedeniyledir.
Kitap’ta da sık sık belirtildiği üzere 19 sayısı bir imtihandır. Bir bilim adamının doğum-ölüm tarihlerinin 19 ile bağlantılı olmaması, vahiy için o kişinin önemsiz olduğunu göstermez. Bu bile tek başına, Kitap’taki isimlerin bir seçmece ve keyfilik içermediğini anlamak için yeterlidir, tabi görebilene. Bu yüzden 19’un katı olmayan yıllarda da elbette bir çok bilimsel gelişme olmuştur. Anlaşılması gereken nokta bunların hepsinin bir plana göre olduğu ve Allah’ın izniyle olduğudur. Bu Allah isterse bir melek rasul tarafından verilir, dilerse bir mümin münib kul tarafından, dilerse başka varlıklar tarafından. Einstein örneğinde de gördüğümüz gibi 19’un katı olan veya olmayan tüm tarihler, tüm şahsiyetler Yüce Allah’ın izniyle görevlerini yerine getirirler. Önemli olan getirdikleri bilgiler karşısında bizim takındığımız tavır ve yapmamız gerekenlerdir.
Buraya kadar onlarca bilgi paylaştık. Dileyen bu bilgileri okur ve akıl, gönül süzgecinden geçirerek anlamaya çalışır, dileyen eksik bulma arzusuyla yaklaşır. Bu artık nefislerin kendi seçimidir. Ama bilinmelidir ki, şimdiye kadar bu bilgileri bu şekilde açıklayabilmiş bir kitap yoktur. Onlarca kavramdan, onlarca ayetten bahsettik ve bunların birlikteliğinden bahsettik. Bu birliktelik, kalbini bulmuş kişiler için anlamlıdır. Ve kişi anlamaya çabaladıkça daha da anlamlı olacaktır. Bu yüzden,
KİTABIN SİZE SUNDUĞU TEK ŞEY HAKİKATLERDİR.
Düşünmek kulun farzıdır.